top of page
BETÜL DÜNDER
BAHATTİN KARAKOÇ

Gül Nazarı

 

ağlar kendine doğru koşan atlar

bir gülü öpmüş gibi yanağından

dudağında kırmızı yokuş

yaşlı zamana uzayan…

annemin ardına saklanan sabahlar

o ki yeryüzüne bırakılmış bumerang

bacaklarıyla  kara bir atı bekler

                               -kime söylediysem bunu

                                          bir bulut gibi indirdi  sırtındaki göğü-

sevilmeye yatan bir ormanın aralığından

göğe eriyen ırmak

taşmak için

kadından doğma bir atı bekler

                               -kime söylediysem bunu

                                                bir karabasan gibi gördü düşünü-

unutmuş olamaz!

 

kederli ve taşralı ruhların taşıdığı

kırılan o gölgeler bile yeter

kalbiyle suya gelin gidenleri ürkütmek için

tezgâhta ne var?..biraz söz biraz daha                                

-kime söylediysem bunu

                                                bir kedi gibi yaladı ayaklarının sesini-

unutmuş olamam!

derindir

bir gülün bir güle seslenişi

 

(Ayna Yorgunluğu’ndan)

 

                                                         

 

Trenlerin Ardından Koşan

Yalnız  Köpekler ve Kadınlardır

 

nabzım… çok uluslu bir geçmiştir benim

saymalı! demirden ellerle

kurumadan mürekkebi

mevsimleri kapatıp giderken kuşlar

bin sus’un ardında dillenen cevap

nisanların da aldattığı

göçmeyen acılardan bana artan zaman…

 

o ne bilsin!

ben ki aşkla acıya soyunan

durmadan söze çalan keman

bir merdiven gibi unutulurum geceleri

ol kitap, ol naz, ol aşk

gibi kaplarım tersten kendimi

 

toplasın yüzümdeki gölü nilüferler

ve söylesin

kendini yalnız bir çocukluktan büyütenler

terk edilmek,

bütün çocuk arkadaşlar dağılınca evlere

beklemektir bir anneyi

 

uzadıkça acının boyu

boğulmuş bir sandala döndü dilim

uzlaştım günebakanlarla, gümüş şamdanlarla

vapurlarsa sallamıyor artık kalbimi

konuk olunmaz bir evin

en sarı odasında buldum acı denen nesneyi

 

sebeplensin şimdi sırtıma doğru uyuyanlar

acıyı bana bahşeden giz bir ölüme niyetlensin

mermeri tersten okuyan rüzgâr

ağulu yaprakları bunca sevsin…ne gerek!

 

yazdımsa aşk için

sustumsa aşk ve duvak

unutulmak için uyuyanlar ne bilsin!

 

geyiklerin ayaklarıyla inerim suya

yüzümü bir çömlek gibi sırlayıp

avuçlarınızda giderim kırılmaya

göçebe kelebekler gördüm…ne tuhaf!

koşarken ardından mordumanlı bir trenin

belli ki yaşamak için aşktı seçilen

tanrı’ya doğru koşan ağaçlar ne bilsin!

 

(Ayna Yorgunluğu’ndan)

 

 

 

 

Yazgısı Zar

 

Ve ben burada isteyerek

sarışınların arsızların ve kutsanmışların

tanrı eliyle pay edildiği bir yerde kaldım

zannettim ki korur beni

sureti yusuf yazgısı zar olan bilek

vakt ile anladım bir yanılgıydı ruhların kalbindeki ateş

ahh sevebilirmişim gibi bir ölüyü

cezalandırıldım sabrı ile o düşkünün

artık safirdim ve lanetlenmiş bir melek

 

ılık bir acıydı. Bunu zamandan çıkardım

buydu gölün kara niyeti

beklediler dilimdeki hüner tükensindi

yaktılar kandilini bilmezmiş gibi yaranın huyunu

büyüyordum o sırlı ağaçta yaranın kendi olarak

 

çok şey çözüldü ilkin ilmeği kalbimin

sonra bir rubai –gel dedi gövdemin içine

sen nasıl ki hâyalsin ve kalmayacaksın geriye!

istedim her şey olsun kalbimde yetmedi

bu kanat böyle derya içinde

sordum efkârı ile o meczup ağzın:

 

uçmak için bir bana mı dar geldi evren

 

 

 

 

 

Acelem Var! 
Yarına hükmüm geçmez, heybemde azığım yok 
Ecel pusuda bekler ve benim acelem var. 
Karanlığın çiğ sesi kalkansız karşılanmaz 
Çırpınır tutunacak dalı olmayan kuşlar 
Benim de acelem var! ... 

Yırtık bir paraşütle gökten atlamak olmaz 
Toprak kucak açsa da düşmeden donar kanın. 
Mum eriyip bitiyor, zaman deli bir rüzgâr 
Son nefes ki takvimde hasatı ölü bir yaz 
Ve benim acelem var! ... 

Bir bineğim olsun ki rüzgârdan hızlı uçsun 
Yeri göğe bağlasın som tevhid urganıyla. 
Üstüme kar yağarken içimden tepsin bahar 
Dost gönlümü ısıtsın yıldızlı yorganıyla 
Benim ki acelem var! ... 

Aynayı ayna yapan ışık ile gören göz 
Tara kâküllerini çökmeden karanlıklar. 
Kuş kafesten uçanda dövünmek neye yarar 
Bir kez orman yanmasın neye yarar kül ve köz 
Bundan ki acelem var! ... 

Şeytanı karıştırma, hep sağlam pusat kuşan 
“Biraz daha! ” diyenin avını uyku taşlar. 
Yörük atlar aksamaz besmele göynüğünde 
Son dergâhta yavaşlar 
Ve benim acelem var! ... 

Yarın için tapum yok, Hakk’tan gayri kapım yok! 
Hamurum mayalandı ve benim acelem var! ... 
Her şiirde ruhumu ateşlere veririm 
Bir yandan balım akar, bir yandan torçum akar 
Yüzü ak gitmek için bu günden acelem var! ... 


Ağır Geliyor 


Yaralı kuşumun kanadı 
Dallara ağır geliyor. 
Yere bassa ayağını 
Yollara ağır geliyor. 

Uzaktan gider bulutlar, 
Çiçekken kurur umutlar, 
Suna beklemek her bahar 
Göllere ağır geliyor. 

Nâçar, vurgun gönlüm nâçar, 
Kurt kovalar, ceylan kaçar, 
Ufuklar bir konar göçer 
Çöllere ağır geliyor. 

Yolcu yeler yeler yetmez, 
Derdi olmayan kuş ötmez, 
Hayattan şikâyet bitmez 
Kullara ağır geliyor. 

Vakti tırnakla kaşımak, 
Kızıl alevde üşümek, 
Yorgunlukları taşımak 
Sallara ağır geliyor. 

Sevda bana vurdu geçti, 
Kıran geldi, kırdı geçti, 
Desem ki ısırdı geçti 
Yıllara ağır geliyor… 

 

Ak Ellerim 


Beş vakte yeşeren kutsal orman 
Yaprak yaprak ellerim 
Yapışmış aşk atının gök yelesine 
Pamuk sularında ak-pâk ellerim… 

Öylesine insan ve Müslüman ki 
Öylesine dost, öylesine can ki 
Ve öylesine yakın ki 
Allah’a, adak ellerim… 

Her sabah kaktığımda turfanda 
İki esrik ak kuğudur abdest sularında 
Kelle sökmeye başlar iman tarlamda 
Başak başak ellerim… 

Yalan yok, korku yok, kin yok 
Döküldü dünyanın ham cümbüşüne 
Sonsuza kol atmanın düşleri 
Bayrak bayrak ellerim… 

Anaç keklik gibi kızgın yatanda 
Yüreğimin üstüne üstüne 
Besmele göynüğüdür Kur’ân tutanda 
Sanki tutmaz öper, dudak ellerim… 

Beş vakte yeşeren kutsal orman 
Dal budak yaprak ellerim 
Vığıl vığıl ışıklarla konuşur 
Cümle kötülükten uzak ellerim… 


Akşam Olur 
Akşam olur mesafeler daralır 
Yollar kilitlenir, sesler aydınlık 
Bir rüzgâr eser ki türküyle ıslık 
Dağlar geçit vermez yolcuya 
Burası Anadolu'dur 
Mektup yaz 
Gün doğar, gün batar balam 
Sen uzaksın 
Sen uzaksın, gönül ister 
Ağlar da avutulmaz 

Akşam olur dağlar göbeğime oturur, 
İp boğazıma... sesim çıkmaz 
Karanlıklar katleder kanım akmaz 
Derim, şimdi biri kapımı vurur 
Vurmaz 
Burası Anadolu'dur 
Sen uzaksın 
Sen uzaksın, gönül ister 
Ağlar da avutulmaz 

Yıldızlar kınalı keklikler gibi suya iner 
Korkarım ürkütmekten 
Zayıfım, gidecek yeri bilmem 
Saçların, gözlerin davet eder 
Durulmaz 
Burası Anadolu'dur 
Zaman yorulur gönül yorulmaz 
Ama sen 
Sen uzaksın 
Sen uzaksın balam, gönül özler 
Beklerim, beklerim sabah olmaz.
 

Ay Işığında 


Köşeyi dönerken gölgeni gördüm 
Yüreğim çarpmaya başladı güm güm 
Ey göçmen şiirim, masalım, öyküm 
Hep peşinden koşturup duruyorum. 

Yettim-yeteceğim derken çağ kuşluk 
Bir türlü dolmuyor bu ara boşluk 
Başıma vuruyor aşktaki hoşluk 
Feleğin çarkını durduruyorum. 

Bir kaşık aş ne ki kırk yıllık aca; 
İnsansız evlerde tüter mi baca? 
Zalim bir oyundur köşe kapmaca, 
Her zaman cezayı ben görüyorum. 

Şu bağlı bahtımı çözmeyi dene, 
Yüreğimle çiftleş, gezmeyi dene; 
Vuslat hangi güne, yazmayı dene; 
Hep meçhul semtlerde ben yürüyorum. 

Gölgen ak zambağa dönüştü birden, 
Bir daha geçmedin geçtiğin yerden, 
Sen ünlersin diye şu tepelerden 
Saatimi kurup ayarlıyorum…
 

Azıksız Çıkma Yola 


Bir nehir geçeceksen, önce soyunmalısın, 
Bir dağı çıkacaksan, soluklu olmalısın. 
Madem ki niyetlisin, seferin kutlu ola! 
Caydırmayı düşünmem, ama derim ki sana: 
Azıksız çıkma yola! ... 

Seferin savaşaysa sağlam kuşanmalısın 
Zaman öyle bir at ki ihmâle vermez mola! 
Erkenden daha erken uyan ki kazanasın 
Mahmur “biraz daha”lar düğümü çok tuzaktır 
Azıksız çıkma yola! ... 

Pınarın gözü ise aradığın, sendedir. 
Üzengiye sağlam bas, dizgini ele dola! 
Güz bahçelerinde gazel toplama, çiçek topla, 
Boşa vakit öldürme, yarına kefilin yok 
Azıksız çıkma yola! ... 

Vuslatsa istediğin, in insanın içine 
Ve çarşılarda dolaş Azrail’le kol-kola! 
Mezarlığa git düşün, düğünlere git ağla 
Kanadın sızlasa da Uhud kadar ağır ol 
Azıksız çıkma yola! ... 

Öyle bir abdest al ki, su bile sarhoş olsun 
Sen yaprak ve çiçek ol, gördüğün kuru dala 
Hep gönül şehri onar, kâinata sevgi sun 
Her ham söze sağır ol 
Azıksız çıkma yola! ... 

Nereye gidersen git, heybene gönül doldur 
Bir kovan parçalama bir parmak acı bal’a! 
Yontuldukça yer kapla ve her zaman güzel kal, 
Temiz ol, fazlanı at, eksiğini tamamla 
Azıksız çıkma yola! ... 

 

 

 

 

 

 

 

 

ACI SALKIM

Vakit yaklaşıyor toparlan ahbap 
Yarın bir gün bu meydanda talan var 
Nasıl olsa görülecek şu hesap, 
Sanma bu dünyada baki kalan var! 

Nic'oldu ticaret,hani karımız? 
Yağmaya gidiyor bütün varımız 
Görmesek,şahittir kulaklarımız 
Duymasak da kapımızı çalan var 

Haramdan bir eksik tartıp helalı 
Dengeye getirdik zehirle balı 
Has diye yutturduk en sahte malı 
Sanki kendimizden başka alan var. 

Ne haklı iş tuttuk ne doğru sanat 
Ayağa baş dedik,kuyruğa kanat 
Komaz yakamızı şol meşhur inat 
Ağızda gem,arkamızda palan var. 

Bir kuru mantıkla kalmışız yayan 
Menzile varır mı yerinde sayan 
Bu dünyada ab-ı hayat tatmayan 
Beklesin,ahrette kevser falan var. 

Bekir Sıtkı'm kalem banıp özüne 
Uykuları haram ettin gözüne... 
Oysa kim aldanır şair sözüne 
Sende dokuz köyden dönmüş yalan var!... 

 

ANILAR DİYARI

Bu şehirdi,benim ilk hasretim bu şehirdi, 
Sırdır anılarında hala sır çocukluğum! 
Sanki başka bir izden başka bir semte girdi, 
Hep böyle şaşkın şaşkın bakınır çocukluğum... 

Ne kaybettiyse hep böyle kaybetti bu sersem. 
Sırra ihanet olur bundan bir fazla dersem! 
Hangi köşe başından önüne çıkıversem 
Ağlamaklı bir tavır takınır çocukluğum... 

Zor bu düşten kurtuluş,pek dalmasam derine 
Ama teğet geçilmez ki eski bayram yerine 
Doymaz parmak uçlarım hasret buselerine; 
Her şeye tekrar tekrar dokunur çocukluğum... 

Ey yakın insanları bu ıraksı diyarın 
Beni bileceksiniz sarın çevremi,sarın. 
Gözlerini bu şehre açmış tüm yavruların 
O saf bakışlarından okunur çocukluğum. 

Yüzüm gülümsüyor ya,yeter mutluyum,şenim, 
Bırak dere taşmışken ıslansın paçam,yenim. 
Şu anda ne geçmişten şikayetim var benim 
Ne de geleceklerden yakınır çocukluğum. 

Varsın üstüme tek tek kapansın dış kapılar 
Kale mahkumu gibi sarsın beni dört duvar 
İçimde her anıya açık birer kanat var 
Hep o pencerelerden sarkınır çocukluğum...

 

 

BİNBİRİNCİ GECE

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı! 
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş... 
Aman karanlığı görmesin gözüm! 
Beyaz perdeleri, ger yavaş yavaş. 
Sıla burcu burcu... ille ocağım!.. 
Çoluk çocuk hasretinde kucağım... 
Sana her şeyimi anlatacağım, 
Otur baş ucuma, sor yavaş yavaş. 

Güç bela bir bilet aldım gişeden; 
Yolculuk başladı Haydarpaşa'dan! 
Hancı n'olur, elindeki şişeden, 
Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş! 

Ben o gece, hem ağladım, hem içtim, 
İki gün, diyardan diyara uçtum... 
Kayseri yolundan, Niğde'yi geçtim; 
Uzaktan göründü, Bor yavaş yavaş... 

Garibim; her taraf bana yabancı, 
Dertliyim; çekinme, doldur be hancı! 
İlk önce kımıldar hafif bir sancı; 
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş... 

Bende bir resmi var, yarısı yırtık, 
On yıldır evimin kapısı örtük! 
Garip, bir de sarhoş oldu mu artık; 
Bütün sırlarını der yavaş yavaş... 

İşte hancı! ben, her zaman böyleyim, 
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim... 
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim, 
Şu bizim hesabı, gör yavaş yavaş...

 

 

SESSİZ SENFONİ

Ellerin vardı, sıcak ve masum.
Ellerin, hayal gibi, düş gibi...
O zaman talihime yardı ellerin.
Beyaz bir gecede, iki kuş gibi,
Omzuma nasıl da konardı ellerin?..

Hangi rüzgarlarda şimdi kim bilir?
O değirmen altı, o zümrüt koru,
İlk dörtlü yoncayı bulduğumuz yer,
Ya o çapkın çapkın kestanecikler!...
Hani bir yerleri çimdiklenir hafifçe,
Kanardı ellerin!
Mendilimi sarardım üstüne,
Avcumda sahici bir hasta gibi
İncecik incecik yanardı ellerin!

Bazan kızar hırçınlaşırdı birden;
Ruhumu kaldırır, kaldırır boşlukta,
Oysa bilmez miyim atamazdı!
Geceler sonsuzdu, geceler derin;
Bir şeyler düşünür anlatamazdı
Kahrından kaskatı donardı ellerin!

İnsan, soyununca hissediyor,
Gittikçe katılaştığını yerin!..
Tanıdık bir film geçiyordu gözlerimden,
Gel gör ki, en güzel yerinde,
Ansızın kopardı ellerin!

Sonra, dört yabancı el,
Dört yorgun omuz,
Mezat kapısında bir kuşluk vakti,
Çekince ipini mesafelerin;
Ayak uçlarıma yığıldı sonsuz!.. 
Bir tünel gerindi sefil, kapkara!
Bir yokluk hıçkıra hıçkıra güldü!
Büyüdü göz çukurları kırık heykellerin!
Böyle bilmediğim uzak yollara,
Beni bırakmasa ne vardı ellerin!

Romanımız, ne kadar güzel başlamıştı,
Ve işte böyle sonu!..
Şimdi, ışıklar sığ,
Gölgeler derin...
Mor sarmaşıklarla örtük balkonu,
Kafur kokusundan, od ağacından,
Dört arşın geceye sardı ellerin…

 

RUBAİ 
Tanrım; acaba sahte mi gözlerdeki nur? 
Aldanmadayım her şeye mahmûr mahmûr... 
Madem ki ne var, ne yok dünyada, yalan;

 

 

KONYA DA

Benim yarim bezden kilim 
Dokur Konya`da Konya`da 
Bülbül olmuş dertli dilim 
Şakır Konya`da Konya`da 

Kardeşim kendinden geçmiş 
Nur çeşmesinden su içmiş 
Hasret kitabını açmış 
Okur Konya`da Konya`da 

Gurbet ekmek ben katığım 
Nişansız düşmüş tetiğim 
Yazılmış nüfus kütüğüm 
Şükür Konya`da Konya`da 

Mevlana`nın sezmediği 
Mantıkları çözmediği 
Kitapların yazmadığı 
Fikir Konya`da Konya`da 

Ayrılıktan yemiş tekme 
Yakma gurbet onu yakma 
Burda gezdiğine bakma  
Öyleyse neden hesabı ciddi sorulur?

 

 

 

 

 

 

 

BACH SONATI
Ne ben sorayım seni
Ne sen beni sor
Soyunmuş seslerimiz tenden
Boşlukta bir aşk örüyor

Ses olmuş duygular
Yaklaşır dalga dalga zamansız
Kavuşsa da seslerimiz birbirine
Biz kavuşamayız

Ne kollarımız var saracak
Ne öpecek dudaklar
Ne görülecek yüzümüz var
Ne görecek göz

Biz aşk örüyoruz boşlukta
Çizgiden soyut
Zerreden öz

 

AV 
Ormanın kuytusunda vurulan geyik
Hayvanlar acınla suskun
Dallar yasınla eğik
Boynuzlarında çizgilerinde gözlerinde

KÖYLÜ KADINLAR 
köylü kadınlar
fistanları güllü kadınlar

topraktan doğup da toprağı yoğurandıur onlar
veresiye canlarını doğurandır onlar

köylü kadınlar
fistanları güllü kadınlar

yüzleri güneştir onların yanık
ayakları topraktır onların yarık

doyulmadan güzelliğine
tarlalarda solandırlar

köylü kadınlar
fistanları güllü kadınlar
avcının söndüremediği iyilik

 

YARI
birşeyler olacak yarın
duruşundan belli
kırdaki atların
bulutların koşuşundan belli
kazışından köstebeklerin toprağı

karıncaların telâşından belli
birşeyler olacak yarın
belki bir tomurcuk
belki bir ağacın düşen yaprağı
belki de bir çocuk

pek o kadar göremesek de uzağı
kuşların uçuşundan belli
birşeyler olacak yarın
öbürgünden önemsiz
yarından önemli

 

TÜRK-YUNAN ŞİİRİ 
sıla derdine düşünce anlarsın
yunanlıyla kardeş olduğunu
bir rum şarkısı duyunca gör
gurbet elde istanbul çocuğunu

türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
olmuşuz kanlı bıçaklı
yine de bir sevgidir içimizde
böyle barış günlerinde saklı

bir soyun kanı olmasın varsın
damarlarımızda akan kan
içimizde şu deli rüzgâr
bir havadan

Bu yağmurla cömert
bu güneşle sıcak
gönlümüzden bahar dolusu kopan
iyilikler kucak kucak

bu sudan bu tattandır ikimizde de günah
bütün içkiler gibi zararı kadar leziz
bir iklimin meyvasından sızdırılmış
bir içkidir kötülüklerimiz

aramızda bir mavi büyü
bir sıcak deniz
kıyılarında birbirinden güzel
iki milletiz

bizimle dirilecek bir gün
Ege'nin altın çağı
yanıp yarının ateşinden
eskinin ocağı

önce bir kahkaha çalınır kulağına
sonra rum şiveli türkçeler
o Boğaz'dan söz eder
sen rakıyı hatırlarsın

Yunanlıyla kardeş olduğunu
sıla derdine düşünce anlarsın


PÜLÜMÜRÜN YAŞSIZ KADINI 
Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü

bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk

yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin

zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim

 

MAĞARA 
mağaranın duvarına
hayvanları taştan oydum
kükrediler karanlıkta
türkülerle karşı koydum

karanlıktı mağara
ışığı taştan oydum
üşüyordum
bir de güneş koydum

aşk oydum mağaranın duvarına
aşk oydum
ağrıdı taşlar


SINIR 
dur yolcu bura sınır
yabandır yasaktır ötesi
çiçeklerden seçemezsin
kokuları renkleri bir bir

kuşdan pasaport sorulmaz
gümrüksüz geçer yüküyle karınca
dur yolcu bura sınır
sen geçemezsin

dereye bakma durmaz akar
öteden de içer ceylan bu suyu
dur yolcu bura sınır
sen geçemezsin

dur yolcu bura sınır
ne çizili ne yazılı
geçemezsin yine de silemezsin
içinde kazılı
yarıldı mağara

 

 

BEKİR SITKI ERDOĞAN
BETÜL DÜNDER
  • facebook-square
  • Twitter Square
  • vimeo-square
bottom of page