top of page
CAHİT SARİFOĞLU

Açık Açık Çağırır Aşkını

Çabuk akan tez giden 
ilk geyik avında ölenler 
çarpıntı başlarıdır insanlığın 
Uzakta, ta burada 
Ünlü bir can sıkıntısını 
Ufalar bir zümrüt sakal 
Yeldeğirmeni 
ve uçuşan leylekler 
beyaz saçlı atın 
kar yıllığını rüzgar hallerini 
kahraman atın 
madalya anına bitişik 
dört nala koşan sesi 
oradan uzaktan ta buradan 
siyah 
çatık kaşlı gelincik tohumlarına 
benzer sezişleriyle 
gelişir yapılı kaygılar 

II 

bir ayıp giyotin 
çün ağaç sağa dönmez 
soldan kuşatılır 
çün ağaç şaşırır 
ağaç ölür 
Ama sapına kadar 
Bilhassa büyük 
Erkek 
Tam erkek bir el 
Yani kolun ucuna kadar gelmiş de 
Yumruk bile olmuş 
ve bilhassa bu büyük bir el 
beynelmilel büküp yapma çelikleri 
gündelik insanı kaldırıp 
bir de tanrıya şarkısını söylerse 
Belirli bir yapısı 
belli bir geçmişi olan 
nereye değdiğini bilen 
düğün yapısı fırçasıyla 
toprak ve topraktan sonrasını 
aynı çığlığı atan 
ve karalar içinde 

III 

haydi 
şu kaçar su durur mu 
gök içimizden bir zenci çağırır 
zenci zenci 
bir büyük geniş başlı 
şikayet mi ne olur 
açık açık çağırır aşkını 
burda mı daha mı uzakta 
bütün bir geceye 
dayar alnını 
öyle ki alın 
mübarek bir şeydir

Çoğalmak
Çocuklarımızla 
Atlara biniyorduk 
Dönüp bakarken geçmişe - kumandalı 
Atlara biniyorduk 
Benim çok çocuğum oldu 
Kadınım sen onların yüzlerini 
Çalılardan kolla 
Bütün çıplaksın - omuzların 
Birbirine içiçe iki saat rakkası 
Gelecekte kumandalı - dönüyor 
Güneşi alıyor - alıyor gövden 
Karanlık eşyada bulup 
Ürkünce parlayıp koşan hayvanda bularak 
Çocuklarımızlaysa - seçerek beni 
İçinin çağırması bir kır hayvanı düzlüğüyle 
Bedensel - seçerek ve buyruk üzerine 
İçine alışın doyuruşun 
O erkek giysilerine giydirişin 
Doğanın çizdiğini 
Çizip kanattığını hiç görmedim seni 
Çalı eğildi yumuşadı batan taş 
Kabuklar düz bir sıyrılma oldu 
İşte en başta ve değişen dünyada - durmadan "sen" 
kalabilirlikle 
Güzel kılınan sen 
Beni de kutsal sıvama


Hızla Akan Mızrak
Sabahtır 
Alkışlar gecenin 
Sıcak damları sükûn yapılarıyla 
Aydınlatır bir ucundan 
Kahvaltı sofrasında çay tasını 

Düzgün uysal 
Işıklı bir de ağız 
Gizlice götürür hücreyi bütüne 
Ve akla her gelen telgraf telinde 
Öpüşür iki güvercin 
İncelmiş ve yumuşamış gagalarıyla 

Bu geçen mızrak 
Kalın kararlı 
Atanın değer biçilmez atıyla 
Kuşkusuz yolunda gerek 

Mızrak geçer ışığı 
Geçer geceyi dolduran karanlığı da

Kavga
Taş ve sopa 
İki köylü karşı karşıya 

Kavak ağaçları şahit 
Bir de ibibik kuşu 
İncir yalnız 
Badem yeşil kabuklu 
Camdaki hayalinle 
İki öfkeli boğa 
Sevdalılar kapışıyor 
Tabiatın ortasında 
Irmak göz kırpıyor akıyor 
Çoban köpeği şöyle bir bakıyor 
Yaman indi omzuna sopa 
Güçlü çarptı taş başına 

Hayalin akıyor kanda 
Yüzün zonkluyor yarada 
Taş ve sopa 
İki köylü karşı karşıya

 

Menziller

Sözün ve yolun başçeşmesi ruhumun 
Canım içre sevinç verir sözlerin 
Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni 
Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım. 
Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş 
Vur herbirini uykulardan sohbetin 
Dinlen ey Zarif bilatedbir çok sözün açtın 
Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın

 

Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle
Uzun bir geçmişimiz var 
Hiç yorulmadan 
En azından bir kere 
eğlenceli beşik 
ha biz varız 
ha biz maskeli balo 
Saygıya durup üstün bir gecede 
Bir sır payı katlayıp 
sade bir kahveden 
Keyifsiz bir detayın hükmüyle 
ha biz yokuz 
ha biz seferde 
Ya bu kez ölenleri görmeliysek 
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle 
Parka dolalım 
Park bizi alır önce 
Seyrimizden bir sabah kazanır 
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle 
Sayısız rampaya katlanır 
ya güneşten daha zengin 
sofraya diz çökeriz 
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle 
Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.

 

Zamana Yay Gerip Ok Atmak
Şarkı ve oyma dudak 
Sağlam gözleri 
Ve yandan bakılınca 
Uzun yüzünde kabartma bir deniz 
Bütün kuşlarla gidilir yanına 
Sıhhat'i bir hava seçilir dolaptan 
Bakılır en arkaya durmuş evin 
Acısız aynasına 
Bu yaşamak sezonu çok memnun 
Yay gerip ok atan 
.. ..... ... ..... 
.. ..... 

 

Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle
Uzun bir geçmişimiz var 
Hiç yorulmadan 
En azından bir kere 
eğlenceli beşik 
ha biz varız 
ha biz maskeli balo 
Saygıya durup üstün bir gecede 
Bir sır payı katlayıp 
sade bir kahveden 
Keyifsiz bir detayın hükmüyle 
ha biz yokuz 
ha biz seferde 
Ya bu kez ölenleri görmeliysek 
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle 
Parka dolalım 
Park bizi alır önce 
Seyrimizden bir sabah kazanır 
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle 
Sayısız rampaya katlanır 
ya güneşten daha zengin 
sofraya diz çökeriz 
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle 
Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.

 

 

 

 

 

 

 

Bağımsızlık Gülü
Yerden alıp o gülü 
Hangi gülü? 
Bir topçu neferinin 
Sakaryalı yaz toprağında 
Sıcak kan gülü. 

Alıp koklamak o gülü 
Hangi baharda? 
Türkçenin özgür kırlarında 
Türkülerde burcu burcu, 
Bilgeliğin ana gülü! 

Bir basmadan alıp o gülü, 
Hangi basmadan? 
Nazilli fabrikasından 
Pamuğumuzdan, emeğimizden, 
Dokuduğumuz halk gülü. 

Hoyrat ellerinden alıp o gülü 
Hangi ellerden? 
Uzak Teksaslı çobanların 

Bilmediği, uğruna can vermediği 
Türkiyeli o çileler gülü. 

Yerine koymak, kutsamak o gülü, 
Hangi yerine? 
Mustafa Kemal'in bahçesine 
Bir ulusun suladığı beslediği 
Yediveren bağımsızlık gülü!

Çocukluk Aşkı
Düşün, düşün ki anne ben daha çok küçüğüm, 
Ilık ellerimden tut, beraber götür beni, 
Oyuncakçıda büyük mavi bir gemi gördüm, 
İşlenmiş, dalgaların köpüğüyle yelkeni. 

Şu renk renk toplara bak, anne, ne güzel renk renk 
Dönüyor içimde bir bayram yeri dönüyor, 
Yuvarlanıyor gönlüm şu uçan toplara denk, 
Bir yokuştan koşarak kalbim sana iniyor. 

Kan değil, zafer akar benim savaşlarımda, 
Hürriyet için ölür genç kurşun askerlerim, 
İnsanlığın cenneti saklı göz yaşlarımda, 
Yeni bir bahar çağı getirecek zaferim! 

Korkma, korkma kaçmam ben, tahta atımla dağa, 
Senden daha güzel bir dağ var mı rüyalarda? 
Niçin uğraşsın küçük kuş yurdundan kaçmağa, 
Yaşarken annesinin yeşerttiği kırlarda? 

Kırılır, bütün iyi oyuncaklar kırılır, 
Çocuk kalblerinden mi yaparlar hep onları, 
Niçin oyun biterken en sonra hatırlanır, 
Hâtıralarımızın en tatlı oyunları? 

Satılır mı zengin bir oyuncakçıda söyle, 
Anne, dün okuduğun masaldaki güzel kız? 
Yeter, altın bir kalbim olsun, Tanrıdan dile, 
Bütün zenginliğimi verir onu alırız.


Deniz Sevgisi
Vatan denizleri! Mavi, zengin kırlar, 
Rüyamda büyük kadırgalar yüzen, 
Akdeniz! Bayraklar, ünlü bahadırlar, 
Bir çiçekli destan havasında gezen. 

Bağ bozumu kokan, tatlı İzmir, 
İlyada, Odisse! Güller açan bir çağ, 
Şiirden, destandan örülmüş bir devir, 
Hür bir sonsuzluktan yaşamaya veda. 

Kadifekale'den hürriyete gülüş, 
Hayatı bir salkım gibi öpebilmek, 
Sepetine sanki dal dal ışık düşmüş, 
En mutlu bir anda yeniden dilemek. 

Dalgalı bir sevinç veriyorsun bana, 
Ey mavi hatıra! Bütün duygularım, 
Denizlerle dolu; beni de alsana! 
Gönlüne dökülsün hür, deli suların. 

Bir masal gölü mü, su mavi nakışlı, 
Marmara! Gül, kiraz, ıhlamur bahçesi, 
O büyülü, o saf, o temiz bakışlı, 
O hür vatanların coşkun hayat seli. 

Yağmurlu bahçeler, hüzün dolu şimal, 
Yeşil bir mevsimde gülümseyen Samsun, 
Küçük fındıklarla eylen altın dal, 
Mavnalar, köpüklü yollar, yeşil yosun... 

Denizlerde, engin, mavi denizlere, 
Bir deniz sevgisi: Rüzgarlar, türküler, 
Gemiler ardından açılan izlere, 
Taze, hür aşkların çiçekleri düşer,


Kızamuk Ağıdı
Ben, gamlı, donuk kış güneşi, 
Çıplak dallarda, sessiz dinleniyordum. 
Köyleri, yolları, dağı taşı 
Isıtıyor, avutuyordum. 

Bir köy gördüm tâ uzaktan, 
Dağlar ardında kalmış, bilmezsiniz, 
Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan, 
Yalnızlıkta üşür üşür de çaresiz, 

Ben gördüm bu köyü, damlarının altında, 
Çocukları kızamuk döküyor, 
Gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla, 
Gelincikler arasından öyle masum bakıyor. 

Habersiz hepsi, kızamuktan ve ölümden, 
Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz, 
Ve, düşmüş bir gül oluyorlar birden, 
Bebekler ölüyor, ölümden habersiz. 

Ali'lerin kızı Emine'yi gördüm, 
Öldü... Yusufların Kadir öldü, emmisinin Durdu öldü, 
İkindiye doğru, evlerine vardım, 
Gördüm, Döne öldü, Ali öldü, Dudu öldü. 

Bir bir saydım, yirmi üç çocuk, 
Ah, güllü Gülizar öldü, 
Gördü kış güneşi, gamlı ve donuk, 
Daldı oğlanlar, çiçekti kızlar, öldü. 

Gamlı türkümle tepeden aşağı bıraktım, 
Bıraktım kendimi düşesiye, ölesiye, 
Bu acıdan sonra nasıl doğacaktım, 
Nasıl dönecektim aynı köye? 

İniyor ve karaltında örtüyordum, 
Bu çocukları, bu habersiz çocukları, 
Görmediniz, anlatamam, ürperiyorum. 
Bir şey demek için açılmıştı dudakları. 

Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden 
Varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım, 
Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden, 
Bir gün soracağım, bu çocukları soracağım. 


O çaresiz, o yalnız, o karanlık günde, 
Siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz? 
Ben perişan, utanmış...bu köyün üstünde, 
Kahrolurken, siz beyciğim neredeydiniz? 

Ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün, 
Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan, 
Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin, 
Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan. 

Ah, ben gamlı kış güneşi, aydınlığın 
Bütün suçlarını kalbimde taşırım, 
Görerek ah, görerek, bilerek bir yığın 
Karanlık gündüzün üstünde yaşarım. 

Her mevsim dolanıp geldiğinde bu köye 
Gücük ayda, kar örtülü bu ovada, 
Utancımdan, hıncımdan yaş dökerek böyle, 
Gamlı ve perişan asılı duracağım havada. 

İkindiye doğru bırakıp kendimi 
Bu küçük mezarların üstüne. 
Bilmeyeceksiniz, perişan, çaresiz halimi, 
Gül diyeceğim, gül dereceğim gül üstüne. 
Yol kıyısında yirmi üç çocuğun mezarı, 
Ah diyeceğim, ah dökeceğim yol üstüne


Dünyanın Bütün Çiçekleri
"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin!" 
Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri. 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum 
Bütün çiçeklerini getirin buraya, 
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya, 
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer 
Bütün köy çocuklarını getirin buraya, 
Son bir ders vereceğim onlara, 
Son şarkımı söyleyeceğim, 
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim. 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, 
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum, 
Kaderleri bana benzeyen, 
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları 
Geniş ovalarda kaybolur kokuları... 
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri 
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni, 
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni. 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, 
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini 
Bacımın suladığı fesleğenleri, 
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini, 
Avluların pembe entarili hatmisini, 
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın, 
Aman Isparta güllerini de unutmayın 
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum. 
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum. 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, 
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım, 
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden, 
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden, 
Ne güller fışkırır çilelerimden, 
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim, 
Korkmadım, korkmuyorum ölümden, 
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin. 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, 
Baharda Polatlı kırlarında açan, 
Güz geldi mi Kopdağına göçen, 
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen, 
Muş ovasından, Ağrı eteğinden, 
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden 
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni, 
Eğin türkülerinin içine gömün beni. 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, 
En güzellerini saymadım çiçeklerin, 
Çocukları, öğrencileri istiyorum. 
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini, 
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz, 
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek. 
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek, 
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek. 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, 
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum, 
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum, 
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın, 
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın, 
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım, 
Niçin yaşadığımi ben onlara söyledim, 
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım. 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, 
Okulun duvarı çöktü altında kaldım, 
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta, 
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta, 
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım, 
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım, 
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir. 
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya, 
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.


Uzun Hava
dumanlı dağın çobanı garip yıldız 
yağmurlar yağmasına yağıyor 
rüzgârlar esmesine esiyor 
ben ölmüşüm sen ölmüşsün kime ne 
kimsecikler derdimizi bilmiyor 

kemah pazarında sıra sıra testiler 
jandarmalar anacığım evimizi bastılar 
al kanlarım bulaştı kelepçenin demirine 
üstelik on sekiz ay ceza kestiler 
ya ben neyleyim neyleyim 
dumanlı dağın çobanı garip yıldız 
şimdi ben burda yalnızım sen orda yalnız 
kuş değilim lodos poyraz uçamam 
demirlerin gölgesi yüreğimi karartır 
ecel şerbetini yirmisinde içemem 
ben ölmeylen kahpe dünya yıkılır 

feranenin kapısında demir parmaklık 
hey gidi bulutlar! hey kemah yolları! 
ayağımda zincir kolumda zincir 
bu meret mapusluk bu ince hastalık 
bilir miyim nedendir nedendir nedendir 

dumanlı dağın çobanı garip yıldız 
ciğerim parçalanır dağlarda akşam oldu mu 
garibim zincirlerim boynuma ağır gelir 
anacığım ağlamaya durdu mu 
kör talih bu kimi gider kimi kalır 
ben ölmeylen kahpe dünya yıkılır

Yeşilırmak
Hikayesi Kösedağ'dan başlar, 
Yeşilırmağın macerası. 
Ana sudan doğar, gelişir, büyür. 
Çarşamba'ya doğru akar. 

Hele ilkbahar selleri aman, 
Dağ dağ açılır mı ovalara? 
Sormaz toprakta ne var, ne ektiniz. 
Kabarmış tarlaları ezdiği zaman. 

Bu eski maceradır, bin yıl eski, 
Hep ekmişler, o almış götürmüş. 
Köyleri de basmış, kentleri de, 
Ama bilmez ki, bilmez ki!..

 

 

 

 

 

 

ELHAN-I ŞİTA 
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyâm-ı nev-bahârı arar.

Ey kulûbun sürûd-ı şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşîdeleri,
O bahârın bu işte ferdâsı:
Kapladı bir derin sükûta yeri
karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.

Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar.

Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze
Na'şın üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar.

Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
gibi kar
Sizi dallarda lânelerde arar.

Gittiniz, gittiniz ey mürgan,
Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar,
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgan:- 
Son kalan mâi tüyler kovalar
karlar
Ki havâda uçar uçar ağlar.


HAKİKAT-I SEVD 
Bir şüphe-i hissiyye ile dalgalanır dil;
Bir heykel-i gül-rû dikilir kalb üzerinde;
İnsan bütün ahzân ü meserrâta muâdil
Bir tatlı dönüş hisseder âvâre serinde

Her cevf-i hayâtî, sevilen şeyden ibaret
Bir lem'a-i nev, şa'şaasıyla eder ihfâ;
Bir berk arkasından ederek ömrü temâşâ
Bin müddet için göz kamaşır... İşte muhabbet!

Pek boştur o his, lakin o boşlukla dolar dil;
Âfâk-ı hayatiyyedeki cevfi o örter;
Herkes hep o boşlukta arar bir tutacak yer
Pîrâmen-i ömründeki girdâbâ mukâbil

Sevdâya mukabil duyulur rûhta her gâh
Bir def-i pey-â-pey ile bir cezb-i pey-â-pey;
Bir istiyor insan onu, bir istemiyor, âh
Sevmek bile doğmak gibi, ölmek gibi bir şey!


SENİN İÇİN 
Sesin işler gibi bir şuh kanat gamlarıma
Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş,
Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş;
Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma.

Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi
Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken.
Koklarım ellerini gülleri koklar gibi ben;
Avucundan alırım kış günü bir yaz ateşi.

Gönlüme avdet eder her unutulmuş nisan
Ne zaman gençliğini yolda hıraman görsem.
Eskiden pembe dudaklarda dağılmış busem
Toplanır leblerime, bir gece dalgın dursan.

Seni zambak gibi gördükçe açık pencerede 
Gül açar bahtımın evvelki hazanlık korusu
Genç eder ufkumu hülyalarımın genç kokusu;
Sorarım ak saçımın örttüğü yıllar nerde?

Cebhemi varsın o solgun seneler soldursun
Yeni yıldız gibi doğdukça güzel her akşam,
Gençliğin böyle benimken kocaman, hiç kocamam .. .
Ruhum, ölsem bile ben, sen yaşayan ruhumsun

 

 

 

 

 

 

 


Aşk 

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. 
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler 
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin 
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık 
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı, 
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun oturmuştu 
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti 
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz 
Sanki hiç olmamıştı 
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu 

Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullular 
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların 
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydiki sevmek 
Ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken 
Bırakasalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti 
Çünkü iki kişiydik 

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya 
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız 
Seni bir kere öpsem ikinin hatrı kalıyordu 
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük 
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde 
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra 
Sonrası iyilik güzellik.

 

8.10 Vapuru
Sesinde ne var biliyor musun 
Bir bahçenin ortası var 
Mavi ipek kış çiçeği 
Sigara içmek için 
Üst kata çıkıyorsun 

Sesinde ne var biliyor musun 
Uykusuz Türkçe var 
İşinden memnun değilsin 
Bu kenti sevmiyorsun 
Bir adam gazetesini katlar 

Sesinde ne var biliyor musun 
Eski öpüşler var 
Banyonun buzlu camı 
Birkaç gün görünmedin 
Okul şarkıları var 

Sesinde ne var biliyor musun 
Ev dağınıklığı var 
İki de bir elini başına götürüp 
Rüzgarda dağılan yalnızlığını 
Düzeltiyorsun 

Sesinde ne var biliyor musun 
Söylemediğin sözcükler var 
Küçücük şeyler belki 
Ama günün bu saatinde 
Anıt gibi dururlar 

Sesinde ne var biliyor musun 
Söyleyemediğin sözcükler var


Bir Büst İçin 50 Yıl Sonra Söylenmiştir
Bıyıkların 
Hakikatli mermerde 
Algın karanfil 

Bakışların 
Yalnız hayatın değil 
İşçilik bedeli tarihin de 

Ağzında 
Filtreli 
Şanlı Haziran 

Üstünde 
İdris Nebi gibi 
Biçtiğin hülle 

Doğumun 
T.Ö. 
Yani Tariş'ten Önce 

Ölümün 
Bilinmiyor. 
Söylence

Bu Bizimki
Yıkıcı bir aşk bu, 
Yıkıyor milletin ortasına 
Tutku yükünü. 

Bölücü bir aşk, 
Ekmeği suyu bölüyor 
Günde üç öğün. 

Hain bir aşk bu, 
Sizin eve hırsız girer 
Onunkine polis. 

Yasadışı bir aşk , 
Evlenmeyi 
Hiç mi hiç düşünmüyor. 

Soyguncu bir aşk bu, 
En sıradan ezgilerden 
Sevinçler devşiriyor. 

Kökü dışarda bir aşk, 
Dante ile Beatrice'inkine 
Fena öykünüyor. 

İşgalci bir aşk bu, 
Samanlık sevişenin diyor 
Başka şey demiyor.

 

Düello
Bir düelloda 
Daha büyük bir şey vardır 
Ve daha acıdır bu 
Ölümden de ölüm korkusundan da 

Bakarsın dün en güvendiğin kişi 
Karşı tarafın şahidi olmuş 
İşte acıdır bu da 
Ölümden de korkusundan da 

Daha da acısı vardır ama 
O da sevdiğin kadının 
Karşı tarafı ziyaret etmesidir 
Bu bir nezaket ziyareti de olsa 
Düello gerçekleşmemiş de olsa 
Acıdır bu 
Ondan da ondan da 

Daha da acısı 
Kılıcın elinde 
Alnında bir tutam güneş 
Kalakalıyorsun ortada

 

Güzelleme
Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların 
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur 
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü 
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna 
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki 
Bak bende yalan yok vallahi billahi 
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur 

İşe bak sen gözlerin de burda 
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık 
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım 
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte 
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün 
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık 
Ne günah işlediysek yarı yarıya 

Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların 
Bunların konuşması olur öpülmesi olur 
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde 
Vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu 
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu 
Uzanmış seni usulca öpmüştüm 
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.

 

Küçük Anne
Küçük anne, kelepir kız, 
Bir şey söyle bana, 
Bana bir laf et ki binlerce, 
Onbinlerce görüntü anlatamasın. 

Genceli Nizami'nin dediği gibi 
Taşı onunla yıkasalar 
Üzerinde akik biter, 
Bakışların ki.. 

İkinci bir parıltı var senin bakışlarında 
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

CEYHUN ATUF KANSU
CENAP ŞAHABETTİN
CEMAL SÜREYA
  • facebook-square
  • Twitter Square
  • vimeo-square
bottom of page